Friday, September 14, 2012

Sıradaki Şarkı: Kayleigh

Ya biz haklıydık, ya da ben yanılmıştım...

Sonbahar ille de hüznün mevsimi olarak yaftalandığı için Eylül ayına hazin bir ayrılık şarkısıyla başlayalım ki adet yerini bulsun. 1980’lerin ortalarına dönelim ve Marillion’un muhteşem şarkısını dinleyelim: Kayleigh!

Do you remember, barefoot on the lawn with shooting stars

Do you remember, the loving on the floor in belsize park

Do you remember, dancing in stilletos in the snow

Do you remember, you never understood I had to go


Şarkıcımız, Kayleigh isimli hatuna geçmişteki güzel günleri hatırlatıp durduğuna göre arkadan mutlaka bir itiraf, özür, pişmanlık gelecektir. Nitekim, bir sonraki dizede hemen konuya girer:

By the way, didn't I break your heart

Please excuse me, I never meant to break your heart

So sorry, I never meant to break your heart but you broke mine


Yani arkadaşlar, suçu ille de adamda bulmayalım, kızımız da onu üzmüş. Karşılıklı kırılmış kalplerin müsebbiblerinden dişi olanı, şarkının adından tahmin edebileceğiniz gibi, Kayleigh isimli dilber. Dilber olduğunu nereden biliyorsun diye sorarsanız, sizi şarkının klibini izlemeye davet ediyorum:

http://www.dailymotion.com/video/xcte5i_marillion-kayleigh_music




Demiştim size değil mi? Klipte gördüğünüz esas kadının ismi Tamara Nowy. Marillion şarkıya klip çekmek için Berlin’e geldiğinde klipte oynatacak bir model arıyorlar. Bir gece gittikleri kulüpte esas oğlan Fish, Tamara isimli kızı uzaktan görüyor ve “işte bu” diye tutturuyor. Diğer grup elemanları daha deneyimli, profesyonel biriyle çalışma konusunda ısrar etse de, Tamara klipte oynuyor, yeşil gözleriyle içli içli Fish’e bakıyor ve... bir süre sonra evleniyorlar! Marillion’un solisti Fish, klip bahanesiyle dünyaevine giriyor.



Klip, henüz duvarın yıkılmadığı günlerde Berlin’de çekilmiş. Klipte de görmüşsünüzdür, Fish abimiz yanık sesiyle Kayleigh’e seslenirken duvar boyunca yürüyor ve gözümüze 1980’lerden duvar yazıları ve graffitiler ilişiyor. Bir ara gözümüz Fish’ten kayıp duvara odaklandığında “Muhammet” ve “eşşoğlueşek” yazılarını görüyor ve duygulanıyoruz, içimizi bir gurbet acısı kavuruyor, Berlin’deki hemşerilerimizle gurur duyuyoruz...

Konuyu dağıtmayayım; duygulu klibin esas oğlanı Fish, aynı zamanda Marillion’un da esas oğlanı. İsmi niye Fish? Çünkü asıl adı Derek William Dick olan bu babayiğit İskoç, soyadını unutturmak için “balık” hafızamıza güvenmiş ve kendine “Fish” demiş. Benim yorumuma göre, Kayleigh namıyla bilinen hatun bizimkini terk edince sudan çıkmış Fish’e dönmüş. Kendi açıklaması ise, küvette gevşemeyi çok sevdiği ve uzun saatler geçirdiği için kendini balık gibi hissettiği...



Fish, Marillion’un (eski) solisti ve en karizmatik ismi. Çoğu zaman grubun önüne geçmiş ve “Marillion dediğin Fish’tir” dedirtecek kadar parlamış. Hatta, Marillion tarihçesi bile FÖ ve FS (Fish’ten önce ve Fish’ten sonra) diye yazılagelir. Fish, solo kariyer yapma arzusuyla gruptan ayrıldıktan sonra yerine Steve Hogarth gelmiş ve grup farklı bir kimliğe bürünmüş.

Marillion hayranları da Fish’çiler ve Hogarth’çılar olarak ikiye ayrılır; kimisi de Hogarth’lı Marillion’un eskisinden daha şahsiyetli müzik yaptığını, en azından taklitçi zihniyete bir son verdiğini söylerler. Ama benim gözlemim ve yaptığım kamuoyu araştırmaları, Fish’li Marillion’un daha büyük bir hayran kitlesine sahip olduğu şeklindedir.

Şimdi, bir önceki satırdan “taklitçi zihniyet” ile ne kastettiğimi soracaksınız... Efendim, Marillion grubu hakkındaki en büyük eleştiri, müzikal anlamda Genesis’i (Peter Gabriel’in Genesis’i) taklit ettikleri şeklindedir. Doğal olarak Fish de, Peter Gabriel kopyası olmakla suçlanır. Müzikal anlamda tarzlarında benzerlik olduğunu kabul ederim, ama ne mutlu ki Take That yerine Genesis’e benzemişler! Zaten grup üyeleri de Genesis ve Peter Gabriel hayranlıklarını saklamıyorlar, ve Genesis’e benzer müzik yapmayı iltifat kabul ediyorlar.



Marillion, 1979 yılında JR Tolkien’in Silmarillion kitabının ismini araklayarak kurulmuş, sonra Marillion’da karar kılmış. Genesis hayranlıklarının da etkisiyle, Fish’in gruptan ayrıldığı 1988 yılına kadar progressive rock tarzında çok güzel eserler üretmişler. Tertemiz ve yumuşak bir gitar sound’u, dozunda kullanılan klavye, Fish’in olağanüstü sesi ve yorumu ile büyük beğeni kazanmışlar. Şiirsel şarkı sözlerinden esrarengiz albüm kapaklarına kadar etkisini hissettiren mistisizm ile de sıkı gizem yapmışlar!

İşte bu albümlerin bence en başarılısı 1985 tarihli Misplaced Childhood! Fish ve şürekası bir miktar riske girerek (zaten taklitçilikle suçlanıyorlar) bir konsept albüm yapmayı denemişler. Albüm, baştan sona tek bir şarkı şeklinde düzenlenmiş ve loş bir odada, yumuşak bir kanepeye uzanıp bir kadeh şarap ve bir tabak melankoli eşliğinde dinlenmeyi hak ediyor...



Misplaced Childhood albümündeki şarkılar iç içe girmiş olsa da, birkaç dinlemeden sonra biri diğerlerinden daha fazla dikkat çekiyor: Kayleigh! Şarkı, Fish’in geçmişte birlikte olduğu sevgilisinden bir özür dileme baladı. Gel gör ki, Fish abimiz eski manitadan özür dilerken çektiği klipte yeni bir manita yapmış (Tamara), evlenmiş ve tek çocuğu ondan dünyaya gelmiş! Ama şarkı, yalnız bir adamın yitirdiği aşkının hikayesini çok güzel betimliyor.

Şarkı çok yumuşak bir melodiyle başlıyor. Fish abimiz önce centilmence özür dileyip ardından “sen de benim kalbimi kırdın ama...” diye çuvaldızı batırdıktan sonra “KAYLEIGH” diye narayı basıyor ve devam ediyor:

Kayleigh, is it too late to say I'm sorry

And Kayleigh, could we get it together again

I just can't go on pretending that it came to a natural end

Kayleigh, oh I never thought I'd miss you

And Kayleigh, I thought that we'd always be friends

We said our love would last forever so how did it come to this bitter end
... ve “bitter end”in ardından vokal yerini gitar soloya bırakıyor, ki şarkının doruk noktasına (kreşendo için başka ne denilir acep?) ulaşıyorsunuz. Elektrogitarın gerçekten o kadar yanık ve ruhunuzun derinliklerine işleyen bir tonu var ki, (üç paragraf önce bahsettiğim) elinizdeki şarap kadehini kafaya dikmemeniz olası değil!



Zaten bu yanık şarkı vakti zamanında o kadar yüreği dağlamış ki, 1985 yılında Birleşik Krallıkta bir Kayleigh fırtınası esmiş. Şarkı, İngiliz listelerinde iki numaraya çıkmış. Niye iki? Çünkü birinci sırayı Liverpool’luların “You’ll never walk alone”u kapatmış. Sokaklarda “Kayleigh” diye inleyen insanlar, doğan çocuklarına bu ismi koyar olmuşlar. İngiltere’de 2005 yılında yapılan bir araştırmada, ülkede yaşayan “Kayleigh”lerin %96’sının 1985 sonrası doğduğu rivayet ediliyor.

Kayleigh, it's more important to me, now you're gone

Maybe it'll prove that we were right or it'll prove that I was wrong


Bu kadar hüznün ardından siz de Fish abimiz gibi düşünmüyor musunuz; ya BİZ haklıydık, ya da BEN yanılmıştım...

No comments:

Post a Comment